TRAKYA TÜRKÜLERİ : “BABUBA”

“Buraları sevemedim gönül orada…”
Yunanistan ile aramızdaki sınır Meriç Nehri ile belirlenmiş ve nehrin bir yakası Yunan toprağı diğer yakası Türk toprağı olarak kabul edilmiştir. İşte bu zamanlardan başlar Meriç’in azgın suyunun sevenlerin arasına girmesi…
Balkanlardan göç edenlerin yaşadıkları, sadece doğup büyüdükleri toprakları değil sevdikleri insanları da ardında bırakmaları gerektiği gerçeğini kabullendirmiştir onlara. Ama bu kabulleniş nice canların nice mutlulukların da yitip gitmesine de neden olmuştur.
Trakya türkülerimizden biri olan “Babuba” işte bize bu kavuşma çabasının bir örneğini anlatır. Edirne’deki köylerden birinde Eyüp adında bir genç, köyün ağasının kızına deli divane aşık olmuş ve evlenmek istemiştir. Eyüp evlenmek istemiş tabi ki ama koskoca ağa, fakir birine kızını vermek istememiş ve sevenleri ayırmak için Yunanistan’daki Türk köylerinden bir ağanın oğluna vermiştir .
Eyüp’ün iki gözüm diye sevdiği kız, Meriç’in azgın suyunun sınır belirlediği Yunanistan’daki bir köye gelin gitmiş ve Eyüp sevdiği kıza kavuşamayınca meczup olup yollara düşmüş ve kendini kaybetmiştir . Acıdan kıvranan aşık Eyüp yarasına tuz biber basmaktan başka bir çare bulamamış ve sevdasını yıllarca içinde yaşamıştır.
Bu türkümüz de muradına eremeyen Eyüp’ün bir feryadıdır esasında. Türküde “babuba” şeklinde geçen sözler aslında Trakya’da sıklıkla kullanılan “be baba” kelimesinden çıkmıştır. Türkü ağıt olarak seslendirildiği gibi daha hareketli seslendirme versiyonları da bulunmaktadır.
Trakya türkülerinden gördüğümüz gibi, Trakya insanının, yıllarca yaşadığı mübadele ve etnik ayrıştırılma sonucu çektiği acıları içinde yaşaması ve nefes alıyor oldukları için bile sevinmeleri, hüznün içindeki neşeyi bulmaları onların hayata tutunmalarının buruk çabalarını bize daha iyi tarif eder olmuştur.
Türkünün sözleri :

Sevdiğim iki gözüm ellere yar oldu babuba
Kara tren aramıza kara duman ekti de
Göz göre göre yazık Eyub’a

Buraları sevemedim gönül orada
Yanıyorum tuz biber yarada
Deli gönül eremedi eyvah murada
Yanıyorum tuz biber yarada
Gözlerimin karesi kırmızı nar oldu babuba
Meriç’in azgın suyu aramıza girdi de
Göz göre göre yazık Eyub’a

Buraları sevemedim gönül orada
Yanıyorum tuz biber yarada
Deli gönül eremedi eyvah murada
Yanıyorum tuz biber yarada

 

IMG_1613Meriç Nehri’nde Günbatımı

 

EDİRNE HARBİYE KIŞLASI ÇEŞMESİ

Edirne’de Askeri Lise ilk olarak 1846 yılında Tekfur Sarayı arsası üzerinde inşa edilmiştir ancak daha sonra, 1871 yılında yapımı tamamlanan bugünkü Harbiye Kışlası olarak bilinen yapıya taşınmıştır. Kışla güney-kuzey yönünde eğimli ve kareye yakın bir alan üzerine inşa edilmiştir. Kışlanın bulunduğu avluyu 2-3 m. yüksekliğinde ve taş-tuğla ile almaşık teknikle örülmüş duvarlar çevrelemektedir. Kışla duvarlar 2017 yılında restorasyon geçirmiştir. Ve Harbiye Kışlası günümüzde, Trakya Üniversitesi Mimarlık Fakültesi olarak kullanılmaktadır.
IMG_3434TRAKYA ÜNİVERSİTESİ MİMARLIK FAKÜLTESİ (ESKİ HARBİYE KIŞLASI)
General Kemal Tanca Kışlası ve Eski Belediye Hastanesi olarak da bilinen Harbiye Kışlası’nın güneybatı köşesinde kışla duvarı ile bitişik olan yapım tarihi ve ve Harbiye Kışlası Çeşmesi olarak adlandırılan bir çeşme bulunmaktadır. (Hatice Hatun Sokak ile Paşa Köylü Sokak’ın kesiştiği yerde Umurbey Mahallesi, Harbiye Çeşme Sokak’ta, 693 numaralı adada yer almaktadır.) Çeşme, Edirne Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Tarafından 04.07.2003 tarih ve 7697 no’lu karar ile tescillenmiştir.
IMG_3441HARBİYE KIŞLASI ÇEŞMESİ
Mülkiyeti Edirne Belediyesi’ne ait olan çeşme günümüzde kullanılmamaktadır. 2002 yılında bakım ve onarımı yapılan çeşmenin güney ve batı cephelerinde, taş aralarına ince derz sıvası yapıldığı ve güney cephede bazı bölümlerin beyaz çimento harcıyla sıvandığı gözlemlenmektedir. 30 yıl öncesine kadar çeşmenin kuzey ve güney cephelerinden geçen kışlaya ait bahçe duvarlarının, sonradan kaldırılarak yapının doğu cephesinden geçirildiği anlaşılmaktadır. Çeşmenin önünden geçen yol kaplamasının zamanla yükselmesi ve çeşme nişi önüne beton kaldırım yapılması, yapının su yalağını üst seviyesine kadar örtmüş ve yalağın cepheden görülmesini engellemiştir .
 
Çeşmenin hazne örtüsü düzdür. Örtüde önceleri demir malzemeden yapılan korkulukların bulunduğu ve bu korkulukların köşelerde başlıkları bulunan ayaklara bağlandığı anlaşılmaktadır. Ancak hazne örtüsü zarar gördüğü için günümüzde sadece köşelerdeki başlıkları bulunmaktadır.
Çeşmenin esas cephesi güneybatıda yer alır ve cephenin eni 3.68 m, boyu ise 3.30 m’dir. Bu cephede yer alan niş hafif sivri kemerli, düşey dikdörtgen formludur. Nişin eni 1.85 m, boyu ise 2.30 m’dir. Niş açıklığı boyunca yer alan teknenin, derinliği 0.50 m, genişliği ise 43.5 m’dir. Niş içerisindeki aynataşı mermerdir. Lüleler ve kitabenin yerleştirildiği zengin dekoratif ayna taşının eni 0.72 m, boyu ise 1.73 m’dir. Dikdörtgen ayna taşı üzerinde kare kesme taş içinde altı kollu kabartma yıldız yer alır.
28954014_1836716416361023_7796875466925731594_oÇEŞMENİN GÜNEYBATI CEPHESİ VE CEPHE ELEMANLARI
Ayna taşının her iki yanında plasterler yer alır. İki bölüme ayrılan ayna taşının, alt ve üstündeki bölümlerde madalyonların çevresi stilize S ve C kıvrımlarından oluşan kemerin ortasında, rokoko ve barok bir kartuş yer alır.
Ayna taşının merkezinde ise yine bir madalyon etrafında sıralanan ve birbirlerine uçları volüdlü C kıvrımlarıyla bağlanan akant yaprakları vardır. Bu kompozisyonun etrafını dilimli bir kemer çevrelemektedir. Kemerin kilit noktasını iri bir akantus yaprağı oluşturur. Akantusa bağlanan ve uçları volüdlü C kıvrımları, kemer yayını oluşturur. Kemer köşeliklerine ise uçları volüdlü C kıvrımlarından oluşan birer akant yaprağı yerleştirilmiştir.
 
Ayna taşının hemen üzerindeki taş blok yüzeyine de kabartma şeklinde 6 kollu yıldız işlenmiştir.
 
Ayna taşı üzerinde Enbiya suresinin 30. ayetinde geçen, “Ve her canlıyı sudan var kıldık.” anlamına gelen, genellikle tarihi çeşme ve sebillerin birçoğunda olduğu gibi bu cümle yer alır. Yazının Arapça okunuşu şu şekildedir: “Ve cealna minel mai külli şeyhin hay”. (و من الا کل¬ شی ح ی¬ )
 
Çeşmenin saçağı, dıştan içe doğru bir düz bir içbükey ve bir yarım daire profilli dışbükey olmak üzere toplam üç silmeyle hareketlendirilmiştir. Ve çeşmeye ait herhangi bir kitabe bulunmamaktadır.
ESRANUR DEMİRCAN
KAYNAKÇA :
Edirne Kültür Envanteri, Harbiye Kışla Çeşmesi
Edirne Kültür Envanteri, Harbiye Kışlası
Edirne Vergi Dairesi Başkanlığı, Edirne Çeşmeleri
ÜNKAZAN, S., Edirne ve Çevresinde Osmanlı Dönemi Askeri Mimari , Yüksek Lisans Tezi
KARADEMİR M., Edirne Çeşmeleri , Yüksek Lisans Tezi
Esranur Demircan Fotoğraf Arşivi

DOBRİ MİNKOV’UN GÖZÜNDEN EDİRNE, 1870

DOBRİ MİNKOV’UN GÖZÜNDEN EDİRNE, 1870

Sliven (İslimye)’de (1856-1842) dünyaya gelen Dobri Minkov,  babası Panayot Minkov ile birlikte Edirne’ye geliyor. 1870 yılında Edirne ve ilçelerinde etnik durum, fiziki yapı ve kiliselerin konumu ile ilgili izlenimlerini kaleme alıyor. Bu anılar 50 yıl sonar Svetlina adında bir dergide yer alıyor. Bu makalede söz konusu yolculukla ilgili anılarda yer alan ilginç gözlemler aktarılmaktadır.

1870 yılının başlarında, dönemin Edirne Valisi Asım Paşa, vilayet sınırları içindeki Müslüman ve Hıristiyan halkların temsilcilerinin katılımıyla, halkın ihtiyaç ve sorunlarının dile getirilmesi, ayrıca, yol yapılması, ziraat sandıkları kurulması, sanayi, ticaret ve tarımın gelişmesi gibi önemli toplumsal sorunların gündeme taşınarak görüşülmesi amacıyla Umumî Meclis toplantısı düzenler. Toplantıya, vilayet sınırlarındaki ana kentlerden ikişer (bir Müslüman ve bir Hıristiyan olmak üzere), ikincil yerleşim yerlerinden de birer temsilcinin katılması öngörülür. Sliven’den (İslimye) Edirne’deki Umumî Meclis’e, yerel İdarî Meclis üyeleri olan Panayot Minkov ile Raşit Ağa seçilirler.

14156590_1596120397355764_1244991339_n

Edirne’ye hareket etmeden bir gün önce Panayot Minkov, oğlu Dobri Minkov’a, kendisine eşlik etmesini ve yazı işlerinde yardımcı olmasını teklif eder. Bunu memnuniyetle kabul eden 14 yaşındaki oğlanın, 1870 yılının ilk aylarını kapsayan anı ve izlenimleri, yarım yüzyıl sonra Elli Yıl Önce Edirne, Edirneli Bulgarlar 28 Şubat 1870 Yılında Kilise Sorunu Çözümünü Nasıl Kutladılar? adı altında Sofya’da yayımlanan Svetlina (Işık) Dergisi’nin 1920’de çıkan III., IV. ve VIIVIII. sayılarında D. M. kısaltılmış imzasıyla yer alır.

“O yıllarda Edirne’nin yaklaşık 80 bin nüfusu olup, bunların yarısından fazlası Türk’tü. Kentin Hıristiyan nüfusunun büyük çoğunluğunu Bulgarlar oluşturuyordu, ancak bunların ulusal bilinci yeni uyanmaya başlamıştı. Bulgarlar genelde Kayık (Kıyık), Yıldırım, Sarıkmeydan, Kirişhane ve kısmen Kale’de yaşıyordu.

‘Kıyık’, kentin en yüksek kuzey kısmında yer alıyordu. Söylenceye göre adı, yukarıdan bakıldığında kayığı andırmasından geliyordu. Bu semtte, yeni açılan bir Bulgar Okulu bulunuyordu. Burada, 1850’lerde Bulgarların yaptırdığı, ama Rumların elinde olan Aya Triada Kilisesi de bulunuyordu. Kıyık’ta neredeyse sadece Bulgar yaşıyordu.

12_big.jpg

Kıyık Semti ve Kıyak Baba Camii, Edirne

stgeorgi

Sweti Georgi Kilisesi , Edirne

Kentin batı kısmını oluşturan ve Tunca’nın sağ kıyısında bulunan ‘Yıldırım Mahallesi’, adını Sultan Yıldırım Beyazıt’tan alıyordu. Herhalde adı geçen sultanın sarayı burada bulunuyordu. Bu mahallede de nüfusun çoğunluğu Bulgar’dı, ama Yunan kiliselerinde tapınıyorlardı. Bulgar okulu henüz yoktu ve Bulgar çocuklar Rum okuluna gitmek zorunda kalıyorlardı.

2015-11-25_11-24-29.3575.jpg

Yıldırım Mahallesi , Edirne

‘Sarıkmeydan Mahallesi’ , Yıldırım’ın doğu yöndeki uzantısıdır. Bu alanda bir zamanlar sırıklı askerler eğitiliyor ve adı buradan geliyormuş. Burada da çiftçi ve çoban Bulgarlar yaşıyordu. Sarıkmeydan’dan biraz daha doğuda, Tunca boyunca, Saray adıyla bilinen yer bulunuyordu.

‘Kirişhane Mahallesi’ , Tunca’nın Meriç’e katıldığı noktanın alt kısmında yer alıyor ve kentin güneydoğu ucunu kapsıyordu. Bu mahallede Bulgarların 1864’e doğru yaptırdıkları Aziz Konstantin ile Azize Elena adında güzel bir kiliseleri var. Burada yaşayan Bulgarlar ağırlıkla Koprivştitsa’dan (Avratalan) göç etmişlerdir. Aynı mahallede, Bulgar Union piskoposunun makamı ve yapımına daha birleşme* 1 zamanında (1862) başlanan kiliseleri bulunuyordu.

st konstatinelena                     st konstantin elena

Aziz Konstantin ve Azize Elena Kilisesi , Edirne / Kirişhane

‘Kale’ (Kaleiçi) adı, bir zamanlar kale surları içinde yer alan yerleşime verilmiştir. Surlardan artık hiçbir şey kalmamış. Kentin merkezini oluşturan bu kısımda, eski, devasa ve özgün yapılı yuvarlak bir kule bulunuyor ve üstünde her cuma Türk bayrağı dalgalanıyordu. Kale’de Türk, Rum, Ermeni ve Bulgar yaşıyordu. Bulgar nüfusu, Avratalan’dan yerleşen ünlü ve varsıl ailelerden oluşuyordu. Kale’de, daha 1851 yılında vatanperver Bulgar ve Edirne’nin önde gelenlerinden, Avratalan doğumlu Nayden Krısteviç’in yaptırdığı güzel bir Bulgar Okulu vardı. Aynı semtte İsa Mesih adını taşıyan bir kilise de bulunuyordu. Bunun idare heyeti üyeleri Bulgar’dı, çünkü ibadethaneyi Bulgarlar inşa ettirmişti. Ancak kilise Rum Metropolitliği’ne bağlıydı ve ayinler Yunanca yapılıyordu.”

25591601_1740746599291339_6069432343546597164_n

Makedonya Kulesi, Edirne 

“1566–1574 yılları arasında yapılmış olan Selimiye kentin en görkemli Osmanlı eseridir. Bu devasa ve kunt yapıyı, adını taşıdığı 2. Sultan Selim yaptırmış olup üçer şerefeli dört minaresi zarifçe göklere yükseliyor ve çok uzaktan görülüyordu. Bu denli muhteşem cami başka yerde yoktur. Bunun 999 penceresi olduğu söyleniyordu.

Selimiye dışında, Edirne’de yaklaşık 60 adet cami var ve bunların minarelerinden müezzinler her gün Müslümanları namaza çağırıyor. Bu camilerden, birkaç tek şekilli kubbeye sahip Eski Cami anılmayı hak ediyor. Üç Şerefeli veya Burmalı Cami, adını, üç minaresinden birinin sarmal şeklinden alıyor. 1363–1453 yılları arasında Osmanlı sultanlarının yaşadığı saraylar Tunca’nın sağ kıyısında Saray adıyla bilinen yerde bulunuyor. Bu saraylar çok görkemli olup mimarî açıdan da etkileyiciydi. Ölçülerin orantı ve simetrisi mimarın gerçek bir usta olduğuna tanıklık ediyordu. Bazı yapılar oldukça iyi korunmuştu. Bunlar içeriden mozaik, sanatsal bezekler ve yaldızlı hatlarla süslenmişti. Bedesten* 1 de anılmayı hak ediyor. Bu devasa, kalın surlu ve tekdüze kubbeli yapıda, o dönemde, yerli ve Avrupa malları satan en iyi dükkânlar bulunuyordu. Edirne’de, hepsi taştan ve sağlam altı köprü vardı. Bunlardan beşi Tunca, biri de Meriç üzerindeydi. Tunca üzerindeki köprülerden biri, Bulgarlar açısından tarihsel bir öneme sahiptir. Söylenceye göre, bu köprüyü Osmanlı’da askerî göreve başlayarak Anadolu’da savaşmış olan Mihail Bey adında dönek bir Bulgar komutan yaptırmış. Köprü, Mihail Bey Köprüsü adını taşıyor. Dönek Mihail Bey’in bugün Plevne’de yakınları olduğu söyleniyor. O yıllarda Edirne’de birkaç derviş tekkesi vardı. Balkan Yarımadası’ndaki en büyük tekke burada bulunuyordu. Bu tekkede Cuma günü 10’a yakın derviş, özel giysileriyle bir daire içinde kendinden geçinceye dek dönüyorlardı. Böylelikle bunlar, Allah’ın ruhuyla temasa geçiyormuş. Sema sırasında birkaç başka derviş ney çalıyordu. Tekkenin içinde yüksek bir köşk vardı ve buradan şeyh dinsel ayini izliyordu. Ayinin sonunda konuklara pilav dağıtılıyor. “

2015-09-03_13-20-02.4454.jpg

Selimiye Camii , Edirne

SARAYİÇİ VE TAVUK ORMANI

 

 

SARAYİÇİ  VE TAVUK ORMANI 

Sarayiçi ; Edirne’nin yerleşimi olmayan bir semtidir. Eski Osmanlı Sarayı’nın bulunduğu yer olduğu için bu adı almıştır. Tunca’nın batısında ve Yeniimaret’in kuzeyinde yer almaktadır ve Kanuni Köprüsü’nden geçerek buraya ulaşılır. Kırkpınar Güreşleri’nin yapıldığı stat, Kanuni’nin Adalet Kasrı bu semtte yer almaktadır. Ayrıca bu semtteki tarihi kışlada Edirne Teknik Bilimler MYO eğitim vermektedir.

Edirne’nin Sarayiçi semti adını ; eskiden bu bölgenin yakınlarında bulunan ve 93 Harbi’nde Rusların eline geçmemesi için yıktırılan ( bugün harap halde i ki duvar kalıntısından ve etrafındaki birkaç taştan başka bir şey kalmayan) şehzadelerin kaldığı saraydan adını almaktadır.

Sarayın Babüssade Kapısı 

Sarayiçi semtinde yer alan önemli mekanlardan birisi de Tavuk Ormanı’dır. Tavuk Ormanı, padişah bahçelerinden bir yadigardır ve bir rivayete göre Tavuk Ormanı isminin hikayesi şu şekilde;  Tavuk Ormanı denilen bu 58 hektarlık ormanlık alanda binlerce tavuk yetiştirilmesinin asıl amacı ;  Selimiye Camii’nin inşası esnasında kullanılmak için üretilen Horasan Harcına katılmak üzere çok sayıda yumurta akının elde edilmesiydi. Yumurta akları bu harca katılırken, tavuk etleri ise askeri bölgelere gönderiliyordu.

Aynı zamanda bu alanda birçok şifalı bitkiye de rastlamak mümkündür. Bunlara örnek olarak ;  akyıldız, morsümbül-adasoğanı, dağ sümbülü-arapotu, akçebardak, gölsoğanı, çoban değneği, yaban soğanı, düğün çiçeği, andız, çiğdem, yılan yastığı-dana ayağı, karakafes verilebilir.

Tavuk Ormanı’nın içerisine 1671 yılında ,Padişah IV. Mehmet (Avcı Mehmet) tarafından Av Köşkü yaptırılmıştır. Av Köşkü aynı zamanda Bülbül Köşkü olarak da anılmaktadır ve günümüze yalnızca küçük bir kısmı ulaşmıştır. Ve günümüze dek ulaşan kısmı Edirne Belediyesi tarafından 2002 yılında restore edilmiştir.

 IV.Mehmet Av Köşkü

 Tarihte Tavuk Ormanı’yla ilgili yazılanlara bakacak olursak ; ünlü Bizanslı tarihçi Dukas, kroniğinde, Edirne Sarayı ‘nın has bahçesi içerisinde kalan bölgeden şu sözlerle bahseder:
“…Murad, birkaç genç ile beraber sarayından çıkarak şehrin yakınında nehirlerin ikiye bölünmesinden hâsıl olmuş ve geniş bir arazi haline gelmiş olan adaya geçti. Bu adanın arazisi sık ve sağlam olduğundan burada hayvanların otlamasına yarar yeşil meralar vardı. Bu ada üzerinde kısraklar, katırlar ve sultanın en iyi atları, sürüler halinde barınırlardı. Yine bu ada üzerinde, her zaman için zevk ve sefaya ve eğlenceye müsait muhtelif binalar yapılmıştı. Murad, bu adada oğlunun icra kılınan düğününden dolayı katlandığı zahmetlerin ve çektiği üzüntülerin yorgunluklarını gidermek için, tenezzüh maksadı ile kendisine yakın olan bazı kimselerle beraber hususi bir şekilde, birkaç gün geçirmek üzere bu adaya gitmişti. Bu adada fevkalade bir gün geçirdikten sonra ertesi gün başının ve bütün vücudunun ağırlaştığını ve uyuştuğunu söyleyerek saraya götürülmesini emretti. Sarayda üç gün hasta yattı ve sara hastalığına tutularak 1450 senesinin şubat ayının ikinci günü vefat etti…”

Günümüzde ise Sarayiçi ve Tavuk Ormanı, hem Edirnelilerin hem yerli ve yabancı turistlerin sıklıkla ziyaret ettiği gözde bir mesire alanı ve tarihi alan niteliğine sahiptir.

                  

                                         Sarayiçi, Adalet Kasrı                                                                                                                                                                         Baş Pehlivan Heykelleri 

“ÖMER SEYFETTİN VE EDİRNE”

f0cd536dc3ee0bce932c1ec9a85c29ad
Ömer Seyfettin Edirne Askeri İdadisi’nde, 1899 
“11 Mart 1884″e Balıkesir Gönen’de doğan “Ömer Seyfettin” Türk Edebiyatı’nın önde gelen hikaye yazarlarındandır. Türk kısa hikayeciliğinin kurucu ismi olarak da anılmaktadır. Ayrıca edebiyatta Türkçülük akımının kurucularından olup Türkçe’de sadeleşmeyi savunan önemli isimlerden birisidir.
 
Öğrenimine Gönen’de bir mahalle mektebinde başlayan Ömer Seyfettin , oradan taşınmalarından sonra Mekteb-i Osmani’ye , Askeri Baytar Rüştiyesi’ne gitti ve ardından ortaöğrenimini tamamlamak için 1896′ da Kuleli Askeri Lisesi’ne yazıldı ancak daha sonra ,yatılı olarak 1897 yılında “Edirne Askeri İdadisi”ne nakil oldu. Edirne’ Askeri idadisi’ne nakil olarak eğitimine, arkadaşı Enis Avni ile birlikte Edirne’de devam etti.1900’de Edirne Askeri İdadisi’ni bitirdi ve İstanbul’a döndü.
 
İlk edebi çalışmaları olan şiirlerini Edirne’deki öğrenciliği sırasında yazdı. Son sınıftayken, ilk gençlik duyarlıklarını işleyen şiirler yazmaya ve bu ilk kalem deneylerini İstanbul’da çıkan dergilere göndermeye heveslendi; 14 Şubat 2000 tarihinde , “Yâd” adlı parçası “Mecmua-i Edebiye”de yayımlandı. Aynı yıl Harp Okulu’na geçtikten sonra da dergiyle ilişkilerini sürdürerek 13 şiirini okurlara ulaştırmayı başardı.
 
Askerlik hayatında “Balkan Savaşları” sırasında büyük mücadeleler verdi, oluşturdukları “Genç Kalemler Yazı Heyeti” savaş yüzünden dağılmak zorunda kaldı. Savaşta Yanya Kuşatması esnasında esir düştü. Atina yakınlarındaki Nafliyon Kasabası’nda geçen on aylık esareti sırasında sürekli okudu. Mehdi , Hürriyet Bayrakları gibi hikayelerini bu dönemde yazdı. Hikayeleri Türk yurdunda yayımlandı. Esareti süresince gerek okuyarak gerekse yazarak , yazarlık hayatı için önemli olacak tecrübeler kazandı. Buradan da anlayacağımız üzere, Ömer Seyfettin’in hikayelerindeki acımasızlık, onun Balkan Savaşları’na şahitliğindendir.
25 Şubat 1920’de nükseden şeker hastalığı sonucunda hastaneye kaldırılan Ömer Seyfettin, “6 Mart 1920” tarihinde dünyaya gözlerini yumdu. Naaşı önce Kadıköy Kuşdili Mahmut Baba Mezarlığı’na defnedilmiş, daha sonra ise 23 Ağustos 1939’da Zincirlikuyu Mezarlığı’na nakledilmiştir.